Konferans finaliyle sonuçlanan 2009-10 sezonunun ardından yeni sezon geldi çattı. İsterseniz geçtiğimiz sezonu kısa bir şekilde anımsadıktan sonra yeni sezon hakkındaki düşüncelerimize geçelim...
2009-10 sezonu başladığında bir 17 maçlık periyotta Phoenix Suns harikalar yaratıyordu. Bu periyotta kazandıkları 14 maçla ligin bir anda zirvesine oturmaşlardı ancak deplasman turneleri bu periyodun hemen ardından gelmişti ve bu da Suns'ın bir anda gerilere düşmesine neden olmuştu. All-Star arasına kadar geçen çöküş döneminde 20-23 galibiyet-mağlubiyet oranı yakalamışlardı. Ancak ne olduysa All-Star arasından sonra Amare Stoudemire'ın performansını üst seviyelere çıkarması sayesinde Suns, sezon başındaki haline dönmüştü. Amare'nin yaklaşık 30 sayı ortalamasıyla oynaması bunun yanına bir de takımın çok çektiği ribaund konusunda çift haneli ortalamalara ulaşması takımı daha ileri taşımıştı. Steve Nash'in de yaşına aldırmadan MVP sezonundki gibi ortalamalarla oynaması, ligin en yaşlı asist kralı olması ve buna artı olarak üst üste üçüncü sene 50-40-90 yüzdelerini yakalamış olması bir anda 2004-2006 yılları arasında lige damgasını vuran takımı akıllara getirmiştir. Öyle ki bu takım son ana konferans üçüncülüğü için savaşmış ve başarmıştı. Şimdi o üçüncülük yarışına değinirsek iş bayağı uzar o yüzden böyle diyip geçmek daha doğru olur. Neyse, Suns konferans üçüncüsü olduktan sonra playoff ilk turunda Portland Trail Blazers ile eşleşmişti ve Brandon Roy'dan yoksun çıkan bu takım Suns'tan en fazla 1 maç alır deniyordu ama onlar Suns'ı iyi zorlayıp en azından 2 maç koparmayı başardılar. Konferans yarı finaline gelindiğinde ise derbi diyebileceğimiz bir eşleşme ortaya çıkmıştı: San Antonio Spurs – Phoenix Suns... Bu derbi için en güzel (en kanlı da diyebiliriz) örnek 2007'de yine bir yarı final serisi olabilir. Nash'in Parker ile kafaları çarpıştıktan sonra burnunun kanaması, Robert Horry'nin Nash'i masa hakemlerinin masasına fırlatması vs... Bu karşılaşmada ise Suns, Spurs'e karşı oldukça zor kazanır deniyordu ama Spurs resmen süpürüldü. Finallerde ise karşılarına en zorlu ekip, Lakers çıkmıştı. Suns, 2-0 geriye düştükleri seriyi 2-2'ye getirmesine rağmen beşinci maçta Ron Artest'in son saniyedeki atışına engel olamayınca seride 3-2 geriye düşmüştü. Altıncı maçta da seriyi eşitlemeyi başaramayan Suns, böylece o sezonun şampiyonu olacak takıma, LA Lakers'a yenilmişti. Belki biz Sunslılar kendimizi 'en azından şampiyona elendik' diye avutabiliriz.
Final serisinde ise LA Lakers Boston Celtics'i o unutulmaz 7 maç sonunda geçmesinin ardından artık offseason diye tabir ettiğimiz döneme gelmiştik. 2010'un geniş ve bir o kadar da kaliteli serbest oyuncu pazarında Suns'tan da bir isim bulunuyordu: Amare Stoudemire...
NBA kariyerine başladığı Phoenix Suns ile bir kez konferans finali, bir kez de konferans yarı finali heyecanı yaşayan Amare Stoudemire için 2010 yazı Suns kariyerine nokta koyma dönemi oldu. New York Knicks'in 5 yıl için 100 milyon dolarlık teklifini geri çevirmeyen Stoudemire, artık bir Knick oldu. Phoenix'in bu hareketten sonr ne yapacağı merak konusuydu. Phoenix'in Amare'nin gidişinden sonra yaptığı hamlelere bir bakarsak;
OFFSEASON HAMLELERİ
Gelenler: Gani Lawal, Dwayne Collins, Matt Janning, Josh Childress, Hedo Turkoğlu
Gidenler: Amar'e Stoudemire, Louis Amundson, Taylor Griffin, Leandro Barbosa
Yukarıda da görüldüğü gibi takımın altın çağı olarak nitelendirebileceğimiz 2004-2007 yılları arasındaki dönemde takımın uyguladığı 4 kısalı sisteme bir dönüş söz konusu. Özellikle de Hedo Türkoğlu'nun 4 numara oynayabilme özelliği olması nedeniyle bu sistemi yine daha fazla göreceğiz. Bu sistemin yararları takıma hücum anlamında oldukça fazla ancak bu sistemle oynayan takımın savunmada ne kadar kötü olduğunu biliyoruz. Gerçi bu sistemle oynamasa bile savunmada öyle ahım şahım bir şey beklememek gerekir. Bu takım geçtiğimiz sezon ortalama 105 sayı yiyerek savunma konusunda 26.sırada yer almıştı.
Her ne kadar maça çıkan beşte savunma konusunda bir kıvılcım gözükmese de takımın ikinci beşinde bu kıvılcım mevcut. Geçtiğimiz sene ikinci beş oyunda olduğu zaman yaklaşık olarak ortalama 99-100 sayı görmüştü Suns kendi potasında. Takıma Josh Childress'in katılmasıyla ikinci beşin savunma gücü biraz daha arttı. Childress'ın Yunanistan'da öğrendiği katı savunmanın takımla birleşmesi takıma savunma anlamında birşeyler katacaktır. Ancak bir kişiyle de bir yere varılmayacağını unutmamak lazım. Her ne olursa olsun bu takım yeni sezonda da yine ortalama 105 sayıyı potasında görecektir, ama bir o kadarını da atacağını aklımızdan çıkarmamalıyız.
Savunmadan bu kadar söz ettik ancak asıl nokta bu takımın yaşadığı uzun rotasyonu sorunu... Takımın uzun rotasyonuna bir bakalım: Channing Frye, Robin Lopez, Hakim Warrick, Gani Lawal ve Earl Clark... Bu takımın savunmayla birlikte en kötü olduğu bir diğer konu da ribaund ve Lopez dışında diğer isimler ribaund konusunda açık bir şekilde berbat. Bu rotasyondaki uzunlar ne işe yarıyor derseniz; Frye sadece bir ritim şutörü, Warrick atletik, dunker ama ribaund konusunda sıfır. Clark ise iki senedir kendini bir türlü gösteremedi, üzerinde bir heyecan mı vardır nedir. 2010 draftından gelen bir isim olan Lawal ise hazırlık maçlarında gösterdiği perfomansa göre normal bir oyuncu olarak gözüküyor. Suns formasıyla çıktığı ilk maçta 26 dakika sahada kalan Lawal 7 sayı – 7 ribaund ile oynasa da 6 faul alınca oyuna bir daha dönemedi. İkinci maçında da 11 dakika sahada kalıp 5 sayı – 1 ribaund – 4 faul ile oynadı. Bu maçlardan sonrasındaki iki maçta ise sıfır faulle oynadı. Faul problemini çözmüşe benziyor ama yine de bir tehlike oluşturabilir.
Tüm bunlar Suns'ın bu sezon, geçen sezonu tekrarlamayacağını gösteriyor ancak bu takımın geçen sezona da güzel şeylerle girmediğini de unutmayalım. Shaquille Oneal'la birlikte takımda bir sistem bozukluğu olmuştu ancak eski ve asıl sisteme yani Run&Gun dediğimiz hücum sistemine dönünce takım bir anda konferans finali yapmıştı.